BOŞ BEŞİK / BEBEK OY
Elmalı'dan çıktım yayan,
Dayan dizlerim dayan,
Emmim atlı, dayım yayan,
Bebek beni del eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Sabahın seherinde köyün köpekleri acı acı havlıyordu. Düşmana saldırır gibi havlıyordu köpekler. Biraz sonra köyde ışıklar yanmaya başladı. Köylüler çıraları yakıp, fırladı. Dışarı çıkan köylüler ilkin ağıllara koşuyor mallarını sayıyordu. Niye böylesine havlıyordu köpekler?. Köyü hırsızlar mı bastı, yoksa kurtlar mı indi dağdan? Belki de zeybek Karasulu geçiyordur köyün kıyısından.
Çok geçmeden gün ağardı. Herşey ayan beyan görünüyordu artık. Köyün karşısındaki Çatalçam sırtlarına yörükler konmuştu. Bütün sırt koyun sürüleri, deve katarlarıyla doluydu. Kara çadırların önünde, iri isli köpekler kıvrılmış yatıyordu. Yörük kızları, kollarında tulumlar, ağaç bakraçlarla dereye suya iniyorlardı. Oba Beyi ve obanın ileri gelenleri atlarının üstünde, ilerideki Boztepe'de bir şeyler konuşuyorlardı..
Kuşluğa doğru, güneş yükselip çadırların içine girmeye başladı. Çamların altına kilimler serildi, minderler döşendi. Kıl poturlu yörükler, yırtmaçlı entarili kadınlar çadırlarından çıktılar. Gölgelere oturdular. Öğleye doğru Yörük Beyi obaya indi. Çamların alaca gölgesinde, otları, suları gözden geçirdi. Sonra da yakınındakilere:
"Burada fazla kalamayız. Otlar kurumuş, sular çekilmiş. On güne kadar buradan göçüp Seki'ye konaklayacağız." deyip atını mahmuzladı. Varıp çadırına girdi, çok geçmeden av kuşamlarıyla çıktı dışarı. Atına atlayıp sırtlara kovdu.
Köylüler, yörüklerin gelişine hem seviniyor, hem üzülüyordu. Üzüntüleri şundan; yörük deyince akla koyun, deve, keçi, at gelir. Malı bol olur yörüğün. Zaten geçimi de bunun üstünedir. Mal da söz anlamaz ki; ekindi, bağdı, bahçeydi girip ziyan verir. Bunun için köylü yörüğü istemez. Ama, elindeki üzümünü, buğdayını satması için de sevinir yörüğün geldiğine. O gün de öyle oldu. Köy kızları omuzlarına aldılar sepetlerini... Üzümdü, incirdi taşıdılar yörük çadırlarına. Üstelik bayram yakın olduğu için, para gerekliydi herkese.
Fadime de evdeki iki sepet üzümden birini yüklendi omuzuna. Yetim kardeşlerine bayram giysileri alacaktı üzüm parasıyla. Bir yandan alacaklarını düşünüyor, öte yandan dilinde türküsü çadırların bulunduğu Çatalçam'a doğru yürüyordu. Çadırlara yaklaşırken, obanın köpekleri havlayıp, sardılar çevresini. Ne yapacağını şaşırdı ilkin. Sonra yanındaki taşa ilişti gözü. Sıçrayıp taşın üstüne çıktı. Bir yandan da bağırıyordu. Çok geçmeden, en yakın çadırdan yaşlı bir kadın çıktı. Köpeklere huylandı. Fadime'yi de taşın üstünden indirip çadırına aldı. Bir yandan soğuk ayran; bir yandan da hoşmerim sundu konuğuna. Biraz sonra da Oba Beyi geldi atıyla. Avladığı keklikleri uzattı anasına. Sonra da atını bağlayıp, girdi çadıra. Fadime'ye ilişti gözü. Anası: "Yanıkhan'dan üzüm getirmiş satmaya. Köpekler çevirdi de zor kurtardım" dedi. Beyin bakışları Fadime'nin iri, kara gözlerine takıldı. Bir süre ayıramadı. Sonra, "Üzüm kaç okka?" diye sordu. Fadime, utangaç utangaç "Çekilmedi" dedi. Oba Beyi "On okka saysak nasıl olur?" dedi."Hayır on okka çekmez. Hak geçer." diye cevapladı. Bey "Bizim okkamız, terazimiz yoktur. Bizde el ölçü, göz terazidir. Benim gözüm o kadar tuttu. Eksiği artığı varsa, birbirimize helâl ederiz" deyip parayı uzattı Fadime'ye. Sonra yola kadar uğurladı. Bir yandan da; "Senin üzümlerin çok iyi, yine getirirsen alırım" diye tembihledi. Fadime de: "Bir sepet daha kaldı. Onu da bayram sonu getiririm." deyip seke seke indi bayırı. Bey arkasından bakakaldı. Çadırına döndüğü zaman, içinde bir eziklik, gönlünde bir boşluk duydu. Kendince kurdu Fadime'yi. Nasıl da ceylan gibi seke seke koşuyordu. Ya o kaş, o göz. "Bizimkilere hiç benzemiyor" diye, alıp verdi, alıp verdi. Anası oğlundaki bu değişikliği farkedemedi ilkin. Ama öyle dalgınlaşmıştı ki Bey; anasının söylediklerini duymuyor, dalıp dalıp gidiyordu. Anası "Oğul n'oldu? Dediklerimi duymuyorsun. Ne dediğini de bilmiyorsun. Köy kızı aklını mı çeldi, nedir?" Bey "Yok be ana. Güzel bir kız ama, bilmem ki...?"
Bir yandan bilmem ki diyor, öte yandan av bahanesiyle Fadime'nin köyüne iniyor sık sık. Gözleri onu arıyor. Anası tümden karşı bu işe. Nedeni de aşiret töresine aykırı oluşu. Daha Kıroba Aşiretine yabandan kız girmemiş. Obanın erkeği, obanın kızıyla evlenmiş o güne dek. Hem oğluna, dayısının kızını almayı kurmuş anası. Kızın anasıyla da konuşmuş meseleyi. Şimdi bu köy kızı araya girerse, işler tümden bozulacak diye düşünüyor.
Gün günü eskitip gelip bayrama ulaşıyor. Bayrama ulaşıyor ya, aşiret arasında da homurtu dolaşıyor giderek. "Biz buraya on günlüğüne konmuştuk. Bugün on beşinci gün oluyor. Daha hareket yok. Bey'den ses çıkmıyor. Sürüler otlaktan aç dönüyor. Kimi hayvanlar zehirli ot yiyip ölüyor. Daha ne bekliyeceğiz burada?"
Dalga dalga yayılıyor söylenti. Varıp Oba Beyi'nin anasının kulağına ulaşıyor. Anası çekiyor Bey'i çadıra. "Oğul aşirette ikilik oldu. On günlüğüne konmuştuk, o beşi geçti. Ne suyu su; ne otlağı otlak. Daha ne bekliyoruz burada?" Bey, "Hele birkaç gün daha sabretsinler. Bizim de bir düşündüğümüz var" deyip kesiyor anasının sözünü. Oba töresi böyle. Kimse de ağzını açıp itiraz etmiyor. Bey'in aklı da Fadime'de."Bayram geçince üzüm getirecekti. Daha görünmedi" diyor kendi kendine. Gözleri de köy yollarında. Derken bir sabah görünüyor Fadime. Yanıkhan'dan Çatalçam'a çıkan yolda görünce Fadime'yi, bir koşu varıp karşılıyor Bey. Karşılıyor da omuzundaki sepeti alıyor. Çadıra yürüyorlar. Obadakiler şaşkın. Oba Beyi'nin bir köy kızının ayağına koşmasını kimse iyi karşılamıyor.
Fadime'nin çadıra, girmesiyle anası suratını asıyor. Yarım ağız "Hoş geldin" deyip, işine dalıyor. Fadime şaşıp kalıyor. İlk gelişindeki izzet ikram nerede, şimdiki surat asıklığı nerede? Sıkılıyor Fadime. Tatlı dil, güleryüz görmediği çadırdan kaçmak geçiyor aklından. Oba Beyi durumu anlıyor. Sevdiği ile saydığının arasında kalıyor Bey. Anasına birşey diyemiyor. Fadime'ye mahçup mahçup bakıyor. Sonunda, sepetteki üzümü boşaltıp, para kesesindeki tüm parayı döküyor avucuna Fadime'nin. Fadime şaşkın, aldığı parayı avuçlayıp çıkıyor çadırdan. Ağır ağır iniyor Çatalçam'ı. Öte yandan Bey'de bir keder, bir üzüntü. Söylenmeye başlıyor kendi kendine:
Yaylalar yuvalı,
Güzeller kınalı,
Fadime gibi görmedim,
Anamdan doğalı.
Anasının korktuğu başına gelmişti. Fadime'ye tutulmuştu oğlu. Onun sevda türküsüne, maniyle karşılık verdi anası:
Ben bu yaylalara yayla mı derim,
Başı pare pare kar olmayınca,
Ben böyle güzele güzel mi derim,
Aslı Türkmen, soyu Bey olmayınca.
Böylece Bey'in gönlünü Kıroba'ya çekmek istiyordu anası. Ama Bey hiç oralı değildi. Sanki kendine söylenmiyordu. Varsa Fadime, yoksa Fadime. Fırsatını bulunca da, tüfeğini omuzlayıp köy yolunu tutuyordu. Köy çocuklarından öğrendiği Fadime'nin evinin önünden geçiyor, belki görürüm umuduyla, dolanıp duruyordu köy yollarında. Köy gençleri tedirgin, "Beyse beyliğini bilsin. Yabanın yörüğü kızlarımızla dalga geçmesin" diyorlar. Köy büyükleri bakıyor işin tadı kaçık, Fadime'nin yüzünden, köylülerle yörükler birbirine girecek, "Bir çare bulalım" diyorlar.
Öte yandan Bey'in anası da oba büyüklerini çadırında toplayıp durumu olduğu gibi anlatıyor. O güne dek, Kıroba soyunda görülmeyen bu durum tüm obadakileri derinden üzüyor. Söyleniyorlar "Obada erlik yufkalaştı mı? Yangınlık yanımızdan geçmezdi. N'oluyor törelere" diyor kimisi, kimi de "Köylü kancığı göçebeye gerekmez. Çarığı çayda kalır köy kızının" diye karşı çıkıyor. Sonunda Oba Beyi'nin amcası kalkıyor ayağa. Ağır ağır tane tane konuşuyor. "Obaya antlıyız. Suyun akıntısına gidelim. Bunu bilip, bunu hayır belleyelim. Beyimizi istediği ile everelim. Obanın ayağı bağdan kurtulsun" deyince, herkes boyun eğiyor, kimse karşı çıkamıyor. Böylece Kıroba Aşiretine ilk kez yabandan bir kızın gelmesi, kabul ediliyor obada.
Anası, haberi Bey'e ulaştırınca, Bey çok seviniyor. Tez elden köy imamına haber salıp, çağırtıyor. Fadime'nin istenmesi, nişan, düğün işini imama bırakıyor Bey.
Fadime derseniz, olan bitenden habersiz. Başında büyüğü de yok. Kendinden küçük iki kardeşiyle kalıyor. Üç – beş dönümlük bahçesini de köylünün yardımıyla, ekip yetiriyor. Oba Beyi'nin kendisine talip olacağını aklından bile geçirmiyor. Ne zaman ki, imam koşa koşa gelip "Müjdemi isterim. Oba Bey'i Allah'ın emriyle talip oluyor sana" deyince anlıyor meseleyi. Anlıyor da, bir şaşkınlaşıyor, bir donuyor. Ne diyeceğini bilemiyor. Ama hangi kız istemez, anlı şanlı Kıroba Aşiretine gelin olmayı.
Fadime durumu öğrenince şaşkınlaşıyor ilkin. Susuyor. Köyünü, alıştığı çevresini, kardeşlerini düşünüyor. Üç - beş hısım akrabadan başka, başında büyüğü de yoktur Fadime'nin. Sahipsizliğini, yoksulluğunu düşününce de için için seviniyor.
Köylü derseniz: "Başına talih kuşu kondu. Kime kısmet olur böylesi. Koca Kıroba Aşiretinin gelini olacak. Bir eli yağda, bir eli balda. Develer, koyunlar, keçiler sürü sürü. Kısmetli kızmış Fadime" diyor kimi. Kimi de, "İnsanın sonu iyi gelsin. Anasız babasız yetimleri büyüttü Onlara analık, babalık yaptı. Tanrı gönlünce verdi. Sonu da iyi oldu Fadime'nin" diyor. Köyün muhtarı ile imamı da ortalığa düşüp, işi tez elden bitirmeye çalışıyorlar. Fadime'nin hısımlarıyla konuşuyorlar. Rızalık alıyorlar. Sonunda; köyün büyükleriyle, obanın ileri gelenleri bir araya gelip, Allah'ın emri ile istiyorlar Fadime'yi. Düğün gününü kararlaştırıyorlar.
Yörük düğünü de düğün olur hani; bir yandan davul zurnalar, bir yandan çengiler... Sazlar, türküler de cabası. Üç gün, üç gece yeyip içiyorlar. Sonunda Yanıkhan'lı Fadime, Kıroba Beyi'nin çadırına gelin ediliyor. Fadime'ye gelinlik çok yakışıyor. Güzelliğine güzellik katıyor. Obadakiler buruk. Kimisi, "Yarın görürüz Fadime'yi. Yörüğün göçüne dayanamaz.İlmik ilmik dökülür. Ne deveyi ıhtırır, ne tuluğu şişirir Koyunu keçiyi de yörük kadar bilmez köy kızı" diyor; kimi de,"Bey'in kaderi böyleymiş. Eliyle etti, boynuyla çeksin. Olan oldu" deyip işi oluruna bırakıyor.
Üç gün, beş gün, bir hafta, on gün daha kalıp, çadırları yıkıyor Kıroba Aşireti. Aşiret dediğin bir yerde oturup kalamaz. Yem, yiyecek tükenir. Mallar toprağa saldırır yoksa. Açlık, hastalık getirir sürüye. Kırım kırım kırılır mallar. Onun için sık sık yer değiştirir yörük. Otlağın yeşilini, suyın bolunu seçip konaklar. Çatalçam sırtlarını da zaten kel eylemiştir hayvanlar. On günlüğüne konup, Fadime yüzünden takılmıştır oba.
Oba yükü yükler. Develer katar olur, sürüler yola dizilir. Fadime'yi tutar bir ağıt. Kolay mı, doğup büyüdüğü, koşup oynadığı köyü terk etmek. Dostu ahbabı, hısımı arkadaşı bir bir dolaşıp, helallik alıyor."Nasıl olsa döner dolaşır yine gelirsiniz. Yörüğün konağı olmaz. Çatalçam'ın suyu kurumaz, Boztepe'nin yeşili solmazsa, yolunuz uğrar buraya. Vargit yolun açık olsun... Bizi unutma. Gelenle haber ilet, gönlünde yaşat bizi" deyip teselli ediyorlar. Fadime, kardeşlerini de alır koyulur yola.
Şurası senin, burası benim dolanıp durur Oba. İlkin zor gelir Fadime'ye. Ama zamanla alışır. Tam bir yörük olur. Kaynanasıyla da arası düzelir. Obadakiler de sever sayar Fadime'yi. Kocası derseniz, araları çok iyi. Birgüne birgün, kötü söz duymuyor kocasından. Yazın yaylaya çıkıyor oba; kışın da ovaya iniyor. Günler su gibi akıp gidiyor. Üç yıl göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyor. Üç yıl geçiyor ama, Fadime'de birşey yok daha. Yani ki doğurmuyor. Obayı bir dedikodu sarıyor, "Fadime kısır, doğuramaz. Üç sene oldu, daha birşey yok. Bundan sonra hiç olmaz" diyorlar. Kaynanası ilkin karşı koyuyor dedikodulara. Sonunda o da mırıldanmaya başlıyor;"Soyumuz sopumuz kuruyacak. Neslimiz tükenecek. Şunca yörüğü bıraktı da, köy kızıyla evlendi. Muradımızı gözümüzde koyacak" diye dövünüyor anası. Oba kızları da "Oh olsun! Bunca yörüğü bıraktı da, köy kızı getirdi. O da kısır çıktı" diyor. İçin için yıkılıyor Fadime. Alıyor veriyor, alıyor veriyor. Elinden birşey gelmiyor ki. Adaklar adıyor. Muskalar yazdırıyor. Ama boş. Kimden umutlu bir söz duysa, koşuyor yanına. Koşuyor da okutup üfletiyor, yazdırıp takıyor boynuna. Ama boş. Kimsenin yüzüne bakamıyor obada.
Gelip evliliğinin yedinci yılına dayanıyor. Dileği de yedinci yılda gerçekleşiyor. Fadime'nin yüklü olduğu, kulaktan kulağa dolaşıyor obada. Bey'in keyfine diyecek yok. Anası derseniz, soğuktan sıcağa vurdurmuyor elini. "Sen yüklüsün, işleri bırak. Kıran girmedi bunca aşirete. Çalışıp yetiştirsinler" diyor. Sık sık konup göçmeyi bırakıyor aşiret. Çobanlar sürüleri uzak kırlarda otlatıp, akşam olunca getiriyorlar obaya.
Uzun sözün kısası, vakti saati gelince, nur topu gibi bir oğlu oluyor Fadime'nin. Üç gün üç gece şenlik yapıyor oba. Yeniliyor, içiliyor. Davarlar kurban ediliyor, kazanlar kaynatılıyor. Oğlunun adını "Ali" koyuyor Bey. Babasının adı yerde kalmasın istiyor. Ali de Ali! Topaç gibi. Bir seviyor ki anası, yerlere kondurmuyor. Ali'nin kırkını geçirip, göçe karar veriyor oba. Denkler denkleniyor, yükler yükleniyor. Develer katarlanıp , koyunlar sürüleniyor. Akşama doğru da oba tüm hazırlığını tamamlayıp, yola koyuluyor. Develerin en yükseği, en başı yumuşak olanı da Karamaya. Fadime Karamaya'yı bir güzel tımar ettiriyor. Süslüyor. Dizlerine takurdaklar, boynuna büyük havan çanını takıyor. Ak kundağında uyuyan bebeğini bir ala kilime sarıp, çadırın eşiğinde duran yeşil boyalı çam beşiğe yerleştiriyor. Beşiği de devenin havut ağacına asıyor. Koyuluyorlar yola. Karamayanın ipi, Fadime'nin elinde.
Akşamın serinliğinde yolculuğun tadı başka olur. Hele yol, iki tarafı ağaçlık, yemyeşil bir yol olursa. Hele hele yol boyunca, ala kargalar, akşam kuşları, sığırcıklar, serçeler vızır vızır gezerse katarın üstünde. Doyum olmaz yolculuğa. Doyum olmaz ya; Fadime de oğlunu göresiyor, Karamaya'yı ıhtırıp, doya doya sevmek geliyor içinden. Ama, yol ağaçlık. Karanlık üstelik. Bekliyor ki sabah olsun. Sabaha da birşey kalmadı. Bey önceden gidip, konak yerini seçecek, obayı orda bekleyecektir. Sabah oldu olacak. İlk, köpek sesleri duyuluyor. Biraz sonra da geçici konak görünüyor. Oba ağır ağır giriyor konak yerine. En arkada da Fadime'nin devesi Karamaya var. Fadime sabırsız. Bir an önce deveyi ıhtırıp, oğlunu kucaklamak istiyor. Oba hareketli. Herkes devesini ıhtırıp, yükünü boşaltıyor. Gök çimenlerin üstü ana-baba günü. Bir yanda ak sürüler dönüyor, öte yanda güzel yörük kızları sağa sola koşuyor. Fadime de ağır ağır ıhtırıyor Karamaya'yı. Ihtırmasıyla da haykırıp bağırması bir oluyor.
"Yavrum Ali'm yok. Ali'min beşiği boş. Ali'm yok" diye feryat ediyor. Herkes o yana koşuyor. Bakıyorlar, gerçekten Karamaya'nın havut ağacına asılı olan beşiğinin içi boş. Yeller esiyor Ali'nin yerinde. Fadime saçını başını yolmaya başlıyor. Oba büyükleri tez elden atlarını döngeri edip, yollara düşüyor. Emmiler, dayılar düzülüyorlar yola. Kimi atlı, kimi yayan dönüp yolları tarıyorlar. Dayı al atını herkesten önde sürüp, aralıyor diğerlerini. Fadime yayan yapıldak düşüyor yollara. Geçtikleri yollarda umudu! Bir yandan da ağlıyor. Hem ağlıyor, hem söylüyor. "Bebek oy" diyor. "Ninni" diyor. Diyor da diyor.
Gün akşama yakınken, dayı Çiçek Dağı'nı tutuyor. Tutuyor ki, yol karardı kararacak. Yol boyu da sıra sıra ağaçlar. Ağaçların üstünde de kuşlar. Allı, yeşilli ciyak ciyak kuşlar. Ta uzaklardaki bir ağacın tepesinde de bir küme kuş. Ama alıcı, yırtıcı kuş bunlar. İnip inip kalkıyorlar ağacın üstüne. Dayı mahmuzluyor atını. Bir solukta varıp ulaşıyor ağaca. Varıyor ki, ne görsün! Bebeğin kundağı bir ağaçta asılı. Bebeğin sarılı olduğu kilim, kanlar içinde sarkıyor ağaç dalından. Kol bezi dolanmış kalmış ağaç dalına. Kuzgunlar, leş kartalları da inip inip kalkıyor ağaca. Dayı atıyla ağacın yanına vardığı zaman, artık bebek eski bebek değildir. Bebek demeye bin şahit gerek. Bebek gözsüz olur mu? Göz yerinde iki oyuk kalmış sadece. Derileri de lime lime. İlkin sarsılmış dayı. Sonunda toplamış kendini. Arkadan gelen Fadime'yi düşünmüş. Tez elden bir çukur kazıp, gömmüş bebekten kalanları. Bir tek kol bezi asılı kalmış dalda. Sonra da döndürmüş atını. Çok gitmeden karşılaşmışlar Fadime'yle. Anlatmış durumu dayı, atına terkileyip, sürmüş obaya. Terkilemiş ya, Fadime feryat figan içinde. Obada herkes yaslı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Bey derseniz, konak yerine dönmemiş daha. Habersiz olanlardan. Beyin anasının elleri dizinde. Arada bir de başını dövüyor. Fadime yerden yere atıyor kendini. Sonunda gözlerden ırayıp bir kuytuya çekiliyor.
Derler ki, obadaki son günü oldu bu Fadime'nin. Akşamın karanlığında, el ayak çekildikten sonra, ortalardan kayboldu Fadime. Bir daha da gören olmadı. Ama bebeğin asılı kaldığı ağacın yakınından geçenler, günün her saatinde, yanık içli bir kadın sesinin ağlayan, ağlatan yankılarını duydular uzun süre. Bu, oğlunu yitirdikten sonra delirip dağlara düşen Fadime'nin sesidir diyordu duyanlar.
BEBEK OY
Elmalı'dan çıktım yayan,
Dayan hey dizlerim dayan
Emmim atlı, dayım yayan,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Kol bezin dalda bulduÄŸum,
Adını Ali koyduğum,
Yedi yılda bir bulduğum,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Gökte yıldızlar ışılar,
Kuzgunlar üleş bölüşür,
Çadırda düşman gülüşür,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Deve var deveden yüce,
Deveyi yüklettim gece,
Nicedeyim aman nice,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Kaynanam samur kürklü,
Develeri kahve yüklü,
Yad yaban değil yörüklü,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Çadırı cibiş kılından,
Pazvandı çıkmaz kolundan,
Kurtulamam ben dilinden,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Tuzladan aldım tuzunu,
AkdaÄŸ'a serdim bezini,
Kargalar m'oydu gözünü,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Ak memeden sütler akar,
Kavim kardeÅŸ yola bakar,
Yasımız obayı yakar,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Deveyi deveye çattım,
Yuları boynuna attım,
Bebeği dağlara attım,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Ala kilime sardığım,
Yüksek mayaya koyduğum,
Yedi yılda bir bulduğum,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Havada kuzgun dolaşır,
Kargalar leşi bölüşür,
Kars haberi ulaşır,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
Tabancamın ipek bağı,
Baban bir aÅŸiret beyi,
Kanlım oldun Çiçekdağı,
Bebek beni del'eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi.
KAYNAKLAR :
1- Yusuf Ziya Demircioğlu, Boş Beşik ve Akkuş, İst. 1932
2- Eflatun Cem Güney, Bir Varmış, Bir Yokmuş, Yeti Tepe Y.1957, S:38
3- Cahit Öztelli, Halk Türküleri Evlerinin Önü, İst. 1983, 2. Baskı,S:459
Yaşar ÖZÜRKÜT
Öyküleriyle Türküler 1