"Çökertmeden çıktım Halil'im, aman başım selamet,
Bitez de Yalısına varmadan Halil'im, aman koptu kıyamet,
Arkadaşım İbram Çavuş, Allah'ıma emanet."
Halil geliyor deyince, Bodrumlu kızlar pencerelere koşardı. Halil de Halil hani..! Çam yarması gibi. Kaşı gözü, eli düzgün. Cesurdu da. Yiğitliği dillerde. Biz de gençtik o zaman. Bakma şimdi saçlarımıza kar düştü. Dişlerimiz döküldü. Belimizin kamburu, seksen yılın yükünü taşır. Şu kırışıklıklar var ya yüzümde, nah şunlar! Keyiften gelmedi suratıma evlat! Bizim devirler başkaydı. Ne gençliğimizi sürdük, ne bir gün gördük. Dışardan dış düşman, içerden iç düşmanlar gün mü gösterdi bize? Gün dediysem, gün Allah'ın günü. Hepsi bir. Şu var ki, memleket keşmekeş içindeydi. İşgal orduları parsellemişti yurdu. Ege'de Yunan var, "Şuradan şurası benim" diyor da başka bir şey demiyor. Ateş yılları anlayacağın. Belimizde piştov, elimizde Rus filintası, yatağımız sırtımızda. Dağ, taş, ova, bayır meskenimiz. Küçük Menderes'ten Köyceğiz'e; Denizli'den Bodrum'a karış karış, adım adım bilirim. Her karış toprağında alın teri vardır bizim kuşağın. Yiğidi öldür, hakkını yeme. Bakma bugün kötü dediklerine, o zaman gözümüz Ruslar'dan gelecek yardımdaydı. Büyüklerimiz tel üstüne tel çekiyordu. Katırlar yükü altınlar, beşli mavzerler, mermiler geliyordu. Dünya düşman olmuştu da, bir tek Ruslar dost kalmıştı. Karagün dostu oldular bize. Dağlara oluk oluk mühimmat akıttılar.
O zamanlar dağlar böyle kel değildi. Bir orman vardı ki dağlarda eh! Düşman görmesin diye, gece yürürdük de ağaçlardan adım atamazdık. Şimdi nerede o ormanlar? Bir yandan yangın, bir yandan keçi mahvetti ormanları. Ovalar dersen, böyle ekimli, dikimli değildi. Diz boyu bataklık vardı ovalarda. Sazlık vardı. Şaşırıp gireni yutardı sazlar. Koca koca yaban domuzları, çakallar, kurtlar cirit atardı sazlıkta.
Ya! İşte böyle yeğen. Lafı nerden açtık, nereye vardık! Demem şu ki, devir eski devir. Bir yandan işgalcilerle boğuşuyoruz; öte yandan Osmanlı'nın seçip başımıza gönderdiği yöneticilerle. Düşmanı kovalarken bir yandan da işbirlikçilerle boğuşuyoruz. Muhbirlerden koruyoruz kendimizi.
Diyeceksin ki, ilkin bir Halil diye tutturdun, evirip çevirip Yunan'a, Osmanlı'ya getirdin sözü. Haklısın. Ama Halil'le bunların bağı var. Olmasa bunca derinleştirmezdim meseleyi. Halil yiğit çocuk, mert delikanlı. İyi de silah kullanıyor. Yurdunu, ulusunu da çok seviyor. Öyle üç kuruşluk mevkiye baş eğip teslim olacak cinsten değil. Kim gibi derseniz, bir Bodrum Kaymakamı vardı. Halk düşmanı, işgalcilerin çömezi. İstanbul'un da gözde adamı. Astığı astık, kestiği kestik o zamanlar. Adına da "Çerkez Kaymakam" diyorlar. Kurban olsun Çerkezlere de, kaymakamlara da. Halk arasında "Kalleş Kaymakam" diyorlardı zaten. Kalleşlik söz konusu olunca da onu gösterirlerdi . Emrinde kolcular, zaptiyeler... Bir eli yağda, bir eli balda. Yediğini yiyor, yemediğini atıyor arkasına. Zevk, eğlence tırıp! Sandal sefaları, gece alemleri... Bir dolu da çömezi var çevresinde. Kimi, "Allah uzun ömürler versin kaymakamımıza. Çok yaşasın" deyip etek öpüyor; kimi de fedailiğini yapıyor. Bir yandan da milletin kıtlıktan kırıldığı günlerde, yağlı ballı yemekler eksik olmuyor sofrasından.
İnsanın soysuzu, belkemiksizi sürüngenlerden beter oluyor. Kaymakam dediğin Bodrum'un en büyüğü. Ama, şimdiki kaymakamlar gibi değil. Şimdiki kaymakamların başı yasaya bağlı. Hak, adalet, yasa var ellerinde. O zaman nerede adalet, nerede yasa! İki dudağı var kaymakamın, bir de bu iki dudak arasından çıkan söz. Vur vur, kır kır!
Böyleyken böyle. Halil bu! Çerkez Kaymakam da ortada. Bir de Çakır Gülsüm var. Gülsüm de Gülsüm. Bakmaya kıyamazsın. Güzelliği tüm Bodrum yöresinin dilinde. Gülsüm, Bitez Yalısı'nda oturuyor. Bitez Yalısı da Bodrum'a bir saat ya çeker ya çekmez. Sahilde şipşirin bir köy. Köyün yakınlığından adına "Bitez Yalısı" demişler. Bitez'den söz edenler bir şey daha ekliyor köyün adına:"Gülsüm'ün köyü Bitez" Bir de şu var ki; kim ki Gülsüm adını ağzına alırsa, arkasından da Halil'i söylüyor. Halil'i dillendiriyorlar. "Çakır gözlü Gülsüm. Ceren Gülsüm. Selvi boylu Gülsüm" diyen; arkasından da "Ama Halil de yiğit çocuk. Halil de efe! Yakışığı yerinde onun da. Neme lazım, ikisi de çok yakışıyor birbirine. Bir de başgöz olsalar. Çoluk çocuğa karışsalar" diye ekliyor ardından. Gülsüm güzel, Gülsüm ceren gibi. Gülsüm'ün adı dillerde. Eee, bunca dillenen güzellik Bodrum Kaymakamı'nın kulağına ulaşmaz mı? Varıp ulaşıyor Kaymakam'ın kulağına. Varıp ulaşıyor ki, bir taşla iki kuş vuracağız diye seviniyor çömezleri. Hem çıkarlarına taş koyan Halil'in yavuklusunu alacaklar; hem de Çerkez Kaymakam'a yaranacaklar. Bir güzel doldurmuşlar adamın kulağını. "Gülsüm, Bodrum yöresinin en güzel kızı. Halil gibi başkaldırmış bir kaçkının eline düşerse yazık olur. Araya gider Gülsüm. Saraylara, köşklere layık bir kız Gülsüm. Çakır gözlü, sırma saçlı, ceren gibidir Gülsüm" deyip bir güzel şişirmişler Bodrum Kaymakamı'nın kulağını. Arkasından da "Sen yeter ki emret. Değil bir Gülsüm, on tane Gülsüm olsa getiririz. Halil zaten dağda, çetelerle dolaşıyor .Ayıngacılık yapıyor. Kimbilir hangi dağda silah çatmıştır eşkıyayla" demişler.
Çerkez Kaymakam zaten hazır. Hem güzel Gülsüm'e sahip olacak; hem de büyüklerinin kulağına kadar gitmiş olan bir efenin yavuklusunu kaçıracak. Daha da yaranacak onlara.
Sözü dolandırmaya gerek yok yeğen! Daha dün gibi gözlerimin önünde. Gönderdi kolcularını Bitez Yalısına Kaymakam. Bir feryat, bir figan; sarıp sarmalayıp götürdüler Çakır Gülsüm'ü. Götürdüler ya, herkesin gözü Halil'de. "Kuşun kanadından, rüzgarın sesinden duyar da gelir Halil" diyorlar.
Diyenlerin bir bildiği varmış meğer. Gülsüm'ün apar topar içine atıldığı sandal, kıyıdan uzaklaşmak üzereyken, Çökertme tarafından hızlı hızlı gelen bir sandal gördük. Sandalın kürekleri kanat gibi açılıp açılıp kapanıyordu. Bir yandan Bitez Yalısı'ndan Bodrum'a doğru giden kolcuların sandalı; diğer yandan Bitez Yalısı'na girdi girecek Halil'in sandalı. Yanında en güvendiği arkadaşı İbram Çavuş vardı Halil'in. İbram Çavuş asılmış küreklere, Halil de ayakta elini siperlemiş gözüne, kolcuların sandalını gözlüyor. Millet sahile dökülmüş, yürekleri ağzında seyrediyor olanları. Halil'in sandalı uçuyor gibi. İki sandalın burun buruna gelişi, vuruşmanın başlayışı, dün gibi taze gözlerimde. İlkin patlayan silah sesleri duyduk. Ardından Gülsüm'ün figanı. İbram Çavuş'un feryadı. Halil'in sandalı kanatları kırılmış kuş gibi kaldı yerinde. İbram Çavuş, sandala kapanmış haykırıyordu: "Gitti. Yiğit Halil gitti. Vurdular Halil'i. Kalleş Kaymakam'ın adamları vurdu Halil'i".
Sahildekiler atladılar sandallara. Kolcuların sandalı Bodrum'a hızla Gülsüm'ü götürürken, Halil'in sandalı da ağır ağır sahile yaklaşıyordu. Sahil ana baba günü. İğne atsan yere düşmez. Sonra sandaldan çıkardılar Halil'i. Oluk oluk kan akıyordu. İbram Çavuş'un kollarında verdi son nefesini. Sonra kalabalığı bir uğultu sardı. Bir hıçkırık, bir gözyaşı seli. Bunların arasından da yanık, içli bir ses yükseldi. Ağlayan, ağlatan.
ÇÖKERTME
Çökertme'den çıktım Halil'im, aman başım selamet,
Bitez de Yalısına varmadan Halil'im, aman kıyamet,
Arkadaşım İbram Çavuş Allah'ıma emanet.
Burası da Aspat değil Halil'im,
Aman Bitez Yalısı,
Ciğerime ateş saçtı aman kurşun yarası.
Güvertede gezer iken aman kunduram kaydı,
İpekli mendilimi aman irüzgar aldı,
Çakır da gözlü Gülsüm'ümü Çerkez Kaymakam aldı,
Burası da Aspat değil Halil'im,
Aman Bitez Yalısı,
Ciğerime ateş saçtı aman kurşun yarası.
Gidelim gidelim Halil'im, Çökertme'ye varalım,
Kolcular gelince de Halil'im nerelere kaçalım,
Teslim olmayalım Halil'im, aman ateş saçalım.
Burası da Aspat değil Halil'im,
Aman Bitez Yalısı,
Ciğerime ateş saçtı aman kurşun yarası.
KAYNAKLAR :
1- İbrahim Kaptan, Bodrum, Haziran 1973, Yüzyüze görüşme
2- Şadan Gökovalı,Prof. Ege Üniversitesi İzmir Radyosu Eski Prodüktörü, sözlü aktarım.
Yaşar ÖZÜRKÜT
Öyküleriyle Türküler 1